21 Şubat 2012 Salı

Cape Town (13-21 Şubat 2012)


Cape Town havaalanina vardığımızda pazartesi saat 14.30'du. Evinde kalacağımız aile 17'den sonra evde olacaklarını söylediğinden bizim de çantalarla yürüyecek gücümüz olmadığından üstü açık kırmızı turist otobusune binip, şehre genel bir göz atmaya karar verdik. 140 Rand (yaklaşık 20 USD) tutuyormuş adam başı. Hava sıcaklığı 25-30 derece civarındaydı, güneş parıldıyordu.Trafik sağdan aktığından köşeleri dönerken kaza yapacakmışız hissi vardı hep. Otobuste püfür püfür gezerken, bir yandan kulaklıkla yanından geçilen yerlerin hikayesini dinleyebiliyorsun. Yaklaşık 2 saat sürdü tur, şehirin içinde çok görkemli birşey görmedim ama otobüs Camps Bay'den geçerken hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden birine geldiğimi anladım.



Saat 17.30 sularında Water Front denilen deniz kıyısındaki marina / alışveriş merkezinin önünde otobusten inip Sea Point'teki evlerine doğru yollandık. Ev sahibimiz ellilerinde bir çift, Odette ve Neil. Esasen Victoria şehrindelermiş ancak Neil geçen ağustos ayında burada bir iş bulunca Cape Town'a taşınmışlar. Neil iş sıkıntısı nedeniyle ingilizce öğretmenliği diploması da almış bu işi bulmadan evvel az kalsın İspanya'ya göçeceklermiş. Evleri bir villanın alt katıydı (üst komşularla hiç karşılaşmadık), bize 2 kişilik yatağı olan bir oda verdiler. Eşyalarımızı odaya attık bizi Green Point denilen bir yere doğru yürüyüşe çıkardılar.

Yolumuzun üstündeki evlerin ve apartmanların giriş kapıları acaip korunaklıydı ve neredeyse her evin bahçe duvarlarına elektrikli teller döşenmiş idi, sordum bunlar çalışıyor mu diye, öldürücü değilmiş ama şok edici özelliği varmış.. Bazı apartmanların zenci koruma görevlileri de vardı, beyazları zencilerden yine zenciler koruyor diye düşündüm..

Yolda Neil'in tavsiye ettiği bir yerde balık patates yaptırttık, elimize alıp deniz kıyısına götürdük. Okyanus manzarasına karşı koşu yapanlar, sevgilisini koluna takmış yürüyenler vardı. Bir banka oturduk Mehmet'le, martılar dibimize kadar geliyorlardı azıcık balık kapmak için, çok cesurdular.

Oradan eve döndük, ülkelerimizden günlük yaşamlarımızdan ondan bundan bahsettik. Güney Afirkanın nufusu 50 milyonun üzerindeymiş ve de %80 i zenciymiş. Beyazlar Hollandali, Ingiliz, bilimum avrupalı sömürgecilerden oluşuyormuş (300 yıl evvel geldiklerini söylemişti yanılmıyorsam). Odette'in ana dili Afrikaans mış ingilizceyi sonradan öğrenmiş, bana hollandada konuşulan dili çağırıştırdı bu Afrikaans. Kadın adama Afrikaans konuşuyor adam da kadına ingilizce cevap veriyordu :) Neil bir şarap açtı, güney afrikanın şarapları çok lezzetli ve ucuz, gezi boyunca her fırsatta içtim.

O gece aynı yatakta 2 kişi nasıl uyuyacağız diye düşünüyordum çünkü bu konuda genelde stres yapıp uyuma problemi yaşıyorum, o gece yattığım gibi uyudum ve hatta bütün gezi boyunca böyle oldu. Ancak Cape Town'a gideceklerin, şehiri geceleri sivrisineklerin bastığını mutlaka not etmeli ve bu konuda önlem almalı diye düşünüyorum.

Sandaletli Seyyah Bora Bilgin'den öğrendiğim taktik nevresimin içine girip örtünmek burada da kullanılabilirmiş. Hem çarşaf hafifliğinde bir örtüyle örtünmek hem de aynı anda sineklerden korunmak pek kolay oluyor. Ben yanımda küçük bir sırt çantası olduğundan nevresimi götürmeyi düşünemezdim. Şansıma bize verdiği yorganın nevresiminin içine girip sivrisinekleri geçiştirdim.

Ertesi günü Cape Town'da yaşayan müşterim bizi sabah 10 da arabasıyla aldı ve de şaraphaneleri gezdirmek üzere yola çıktık. Şehrin hemen 10 km dışında gecekondu bile denilemeyecek baraka saçtan yapılma mahalleler diziliyordu kilometrelerce. Uzaktan pek kötü görünüyordu, müşterimin dediğine göre hepsinin elektriği suyu bağlanmış..
Yine otoyol boyunca fahişelik yapan zenci kadınlar vardı.

Neyse bu arada şaraphane dediğim de 5 yıldızlı şarap tadım merkezleri, hepsi restoranlı, acaip şık, acaip güzel dizayn edilmiş bahçeler heykellerle süslenmiş yollar, tam anlamıyla cennet köşesi. Etrafta dolanan insanlara bakıyorum sanki herkes milyoner, acaip lüks kıyafetler ve paraca kaygısız tavırlar. Endonezya Tayland mutfaklarının füzyonu bir öğle yemeği yedik biz de, ilginçti.

O gun Cape Town'da çoğunlukla siyahlar çalışıyor, beyazlar da hayatın tadını çıkarıyor gibi geldi bana.

O akşam sevgililer günü dolayısıyla ünlü Long Street'teki barlara bakmaya karar verdik. En kalabalık olan Dubliner'e girdik. 18-25 yaş arası genç çocukların takıldığı öğrenci mekanı gibiydi, herkes ayakta dans ediyor canlı müzik yapan gurubu dinliyordu. Castle diye bir bira aldık, tadı hiç güzel değildi. Azıcık sallanıp geceyarısı gibi eve döndük. Dönüşte taksiye bindik. Genç bir çocuk kullanıyordu arabayı, Zimbabveliymiş. 25 yaşında 2 tane de bebeği varmış ailecek Cağe Town'a taşınmışlar şartlar burada daha iyiymiş.. Ben sordum üniversite falan okudun mu diye, o dedi ki hiç okula gitmemiş hayatında..E dedim peki nasıl ehliyet sınavına girdin falan, ingilizce nasıl öğrendin, anlatırken sürekli gülüyordu, şeker bir çocuktu, bizi de gülümsetti sağolsun..

Sabahları evin yakınındaki cafelerde omlet bacon sosisli Rooibos çaylı kahvaltılar yaptık. Rooibos bu coğrafyaya özgü bir çay. Merak edenler için :

http://en.wikipedia.org/wiki/Rooibos

Raspberry (sanırım türkçesi böğürtlen) ve blueberry diye 2 tane leziz mi leziz meyve var, hergun bol bol yedim yoğurtla birlikte :



Şehir içindeki ulaşımı ilk bir iki gün taksi ile sağladık (kilometresi 10 Rand, yaklaşık 1,5 USD) çok pahalı değildi en uzak mesafeye 40-50 Rand ödüyorduk. Ama sonradan dolmuşları keşfettik ve bir daha da taksiye binmedik. Bu dolmuşlar hem çok ucuzdu (5 Rand) hem de acaip tatlı bir ortamı vardı. Gördüğüm kadarıyla bu dolmuşları sadece zenciler kullanıyor, beyazların hepsinin arabası var (benzin de ucuz), bizim ev sahibi hayatında dolmuşa binmemiş mesela..Mütamadiyen her dolmuşta acaip yüksek sesli müzik dinletiliyor, şarkıyı bilenler ya da keyifle dinleyenler cool bir şekilde kafa sallayıp şarkıya eşlik ediyorlardı, bunu izlemesi çok keyifliydi. Dolmuşlar tıkabasa doluyordu tam anlamıyla et ete seyahat ediliyor. Muavin pencereden bağırıp "kamon sipoynt sipoynt" (sea point) diye bağırıp yolcu toplamaya bakıyordu (geleneksel türk dolmuşçuluğunun kullandığı aynı teknik)

Cuma öğle yemeği için üniversite kampüsünün olduğu Observatory bölgesine gitmeye karar verdim. Trene bindim, Observatory'e ulaştım tren çıkışı nereye gideceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu, insanları takip ederekten merkezi buldum. Ginger Mango denilen ödül almış bir küçük restoranda yemek yedim. Burası sağlıklı beslenme konusunda acaip uzman ve süper lezzetli yemekler icat ettiğinden dolayı ödül almış.
Sebzeli musakka adında birşey yedim, çok memnun kaldım. Çıkışta yine trenle Kalk Bay'e gidip denize girdim, dinlendim.

Cumartesi günü Neil bizi Woodstock'taki Old Biscuit Mill panayırına bıraktı arabasıyla, o da birşeyler tamir ettirecekti yakınlarda. Panayır acaip renkliydi, envai çeşit yemek,içecek, takı, ev eşyası, kıyafet.Tıkabasa insanla dolu, cıvıl cıvıl. Öğlen 1'e kadar oyalandık, oradan Kalk Bay'e gittik. Kendimizi şımartmak deniz ürünleriyle şımartmak istiyorsak gitmemizi önerdikleri Harbour House restoranına vardık. 2 kişilik karışık deniz ürünleri tabağı söyledik (780 Rand) fazla büyüktü, 3 adet istakoz, 8 adet devasa karides, kalamar tabağı, midye dolmalar, ve de süper bir balık izgara. Bira ve tatlı da çektik. Sanırım hayatımda yediğim en pahalı yemekti (1000 Rand verdik 2 kişi toplamda), daha sonradan hatırladım ki en pahalı yemek değilmiş İstanbul havalimanında 1200 TL ye "Buenos Aires soslu" profitrol yemiştim geçen mayıs ayında.



Çıkışta hava çok rüzgarlı ve bulutlu olduğundan denize giremedim bu sefer.

Pazar günü önce Green Point stadyum yakınındaki bit pazarını gezdik, tamamen turistik eşya konseptli bir pazar, afrika t-shirtleri bibloları tabloları resimleri...vs, bir şey alırken yine acaip pazarlık gerekiyor. 120 Randlık eşyayı 30 Rand'a indirinceye kadar uğraşmacalar, pek keyifli değil. Herkes sana kazık atmaya bakıyor.
Öğleden sonra Water Front taki Belthazar restoranında çikolata soslu biftek'i denedik.

Exclusive Books adındaki kitapçıdan 3 tane kitap aldık, bir tanesi bizim ev sahibine hediye edeceğimiz Elif Safak'ın Piç'i. Kitabı kasaya götürdüğümde kasiyer çocuk, vay çok güzel kitap diye karşıladı bizi.

Güney Afrika'ya seyahat etmek için vize gerekmiyor, pazarda sebze meyve, dışarıda restoranlar Türkiye'den ucuz, o yuzden seyahat etmesi keyifli. Güvenlik konusunda da Cape Town'da en ufak bir sorun yaşamadık, diğer şehirlerde nasıldır bilmiyorum. İzmir'de kış iken orada yazı yaşamak ayrıca bir keyif oldu.

İşte iki okyanusun buluştuğu muazzam coğrafyada, doğanın cömertliğinin adil olarak paylaşılamadığı topraklardaki 8 günümün hikayesi.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Tes you heard it right, a fully Android integrated
tablet for only $199. Currently, I have Mac hardware, and there are benefits to
product synergy. It could still be demanded by law enforcement or stolen by malicious hackers that gain access to Amazon's systems.

Have a look at my web site - kindle fire

Adsız dedi ki...

Apple currently offers two sizes of Mac - Book Air notebook, respectively 11.

The Mac - Book Air is usually a light, aluminum model and features been called the world's thinnest notebook. Whilst it has potential rivals, Macbook Air MB450 ( Z0FSQ ) still shocks everyone with its chic design as well as the rest.

Have a look at my weblog: mac book air

Adsız dedi ki...

If you'd like to indulge in some Hollywood style glamour, 3-D Glitz offers phone cases that are just right for you. However, we can't choose our favorite program and movie when we watch TV.

In this day and age it is impossible to stay on top of all the latest
pieces of technology.

My web site :: apple tv review

Adsız dedi ki...

It's so small so you can bring it when you travel around. Loading time from screen to screen can vary and at times seems like it may take longer than usual but overall performance is great. It's
quite small so won't take up any room at all and could easily be tossed behind your TV or even on the opposite side of the room if you wish.

Here is my page: roku

Adsız dedi ki...

You can get the older digital Canon Rebel, with a lens, for a good price new.
Monty Alexander has written many articles on digital cameras
- canon digital cameras, nikon digital cameras, Samsung digital camera
etc. It is owner by Matt Furer who has been fixing
cameras for 22 years.

Here is my site - d7100