11 Mayıs 2009 Pazartesi

Abi siz turist misiniz ? (Kadifekale 2009)



Eğer izmirlilere sorarsanız bu şehrin en tehlikeli yeri neresidir diye, alacağınız en muhtemel cevap Kadifekale’dir. Ben bu söylencelerle büyüdüm ve evime yürüme mesafesinde olan bu semte hiç gitmedim, gitmemiştim - ta ki İran asıllı mimar bir Amerikalı kızla tanışana kadar. Bu kız (Shadi Khadivi : www.shadiworks.com) Fulbright bursuyla 10 ay İzmir’de kalarak Basmane-Kadifekale’deki yerleşim yerleriyle (gecekondular) ve orada yaşayan insanlarla ilgili bir araştırma yaptı. Tanıştığımızda her gün oraya yürüyerek çıktığını, tek tek evlere girip planlarını çıkardığını orada yaşayan insanlarla konuştuğunu söyleyince bu işi hem turist hem de kız başına yapabilmesine inanılmaz şaşırmıştım. Beni de götürmesi için rica etmiş bir cumartesi günü Basmane’den başlayıp Kadifekale’ye yürümüştük. Ve hiç de kötü bir şey başımıza gelmemişti !

Bu hafta ikinci kez çıktım Kadifekale’ye Mehmet’in fotoğraf çekme projesi için. Bu sefer rotamız Agora yolu üzerinden Kadifekale idi. Ve yanımızda orada yaşayan bir arkadaş olacak, bize rehberlik edecekti. Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Saat 10:15 gibi Mehmet ve Sevgi’nin kordon boyu manzaralı kahvaltı ettiklere yere ulaştım. Boyoz ve gevrek yanında peynir ve çay. Gevrekçi abiden domates ve biber de tedarik edebilince kahvaltı sofrası baya şenlendi.

Saat 11:15 te rehberimiz Sait’le buluştuk, aslen Mardin’li. Kadifekale Mardin’lilerin çok yoğun olduğu bir semt, küçük Mardin de deniyor. Başladık yokuşları tırmanmaya, ulaşacağımız noktanın rakımı 186 metre, yollar hep yokuş, ya çıkacak ya da ineceksiniz, düz yol yok gibi bir şey. İkinci sefer ya, bu sefer içimde kötü bir şey olur mu endişesi yok, etraftaki insanlar da pek sıcak herkes selam veriyor, gülümsüyor. Turist sanılıyoruz hep, çocuklar özellikle "hellooo hellooo" diyorlar yanımızdan geçerken, fotoğraflarını çekmemizi istiyorlar. Mehmet te Sevgi de fotoğraf çekerken çevreye mümkün olduğunca az rahatsızlık verme konusunda dikkatliler, ben olan biteni izliyorum, işin yazı kısmı benim üzerimde onlar geziyi fotoğraflarken.

Bakıyorum büyük kazanlar taşınıyor bir evden bir eve, kazan görmeyeli çok olmuş, hoşuma gidiyor, düşünüyorum ateş üzerinde fokur fokur. Bizim evde de en büyük tencere düdüklü tencere, onda da taş çatlasa 5-6 kişilik yemek pişer. Sonradan öğreniyorum Sait rehberin 12 kardeşi var! Bizim Mehmet’in de 11! E bu ebattaki aileler elbette kazanda pişireceklerdi yemeklerini..

Bakkaların önünden geçiyoruz, ekmek 50 kuruş yazıyor vitrininde, halbuki 10 dakika ötedeki bizim mahallede 75 kuruş ! Cumbalı Rum stili evlerden geçiyoruz, balkonlarda asılı rengarenk çamaşırlar, sokakta oynayan çocuklar, etraf cıvıl cıvıl. Herkes evinin önünde.. oturup geleni geçeni izleyenler, nakış işleyenler var. Çoğunlukla kürtçe konuşuluyor, Mehmet te azıcık biliyor yoldakilerle hoşbeş ediyor, birkaç Arapça bilen de çıkıyor sonradan, Antakya'lı Mehmet keyifleniyor.

Yokuşları tırmandıkça manzara ortaya çıkıyor, masmavi bir körfez bu İzmir.




Manzaralı bir evin önünde örgü ören 70lerinde bir teyze, gülümsüyor bize, yaklaşıyoruz.



“Good good” diyor gülerek, “merhaba” diyoruz teyzeye “biz Türkçe biliyoruz”, “good good” diyor yine gülerek ! Türkçe bir şeyler soruyoruz ama teyze tutuldu Türkçe’ye geçemiyor bir türlü turist olduğumuzdan emin, hemen az ötede yerde çömelmiş oğlu “ türkçe konuşsana ana Türk’müşler işte ” diyor. “İsmin nedir ?” diyoruz, “Gül” diyor, oğlu hemen “kendisi gibi” diyor. Bakıyorsunuz teyze gerçekten sürekli gülüyor pek tatlı, Yunanistan’dan göçmüş babası. Teyzeyle Sevgi sarılıyorlar koklaşıyorlar, vedalaşıyoruz.

Yolda mahalle aralarında çocuklar görüyoruz bilye oynuyorlar eve kapanıp playstation oynamalarından iyidir diye düşünüyorum.

Sonunda tepeye varıyoruz, güzel bir esinti var, zaten olmasa yandık yaz sıcakları başladı gibi İzmir’de. Göğe bakıyorsun uçurtma dolu. Her çocuğun elinde bir uçurtma, uçurtması olmayan saplarına ip geçirmiş torba uçurmaya uğraşıyor.

























Önümüzden ellerinde bir uçurtma üç çocuğunu motoruna bindirmiş bir baba geçiveriyor. Bakıyorsun telefon tellerine, takılıp kalmış gazi olmuş onlarca uçurtma..






Gezinmeye başlıyoruz kalenin oturtulduğu tepede. 8-10 tane tandır var orada burada, mahalleninmiş bu tandırlar, herkes gelip kendi ekmeğini pişiriyormuş.




Kimisi satıyor da bu pişirdiklerini, Sait satın alıyor bir tane. El işleri, kilim, seccade çanta gibi hediyelik eşya satanlar var ileride, Mehmet de bir şeyler alıyor oradan.



Artık inişe başlıyoruz, bir sonraki durağımız midyeciler. Bilenler bilir İzmir’de midye piyasasının tek hâkimi Mardinliler, gülüşüyoruz kendi aramızda Mardin’de de deniz yok ama nereden biliyorlar bu midye işini diye.

Merdiven altı bir yere varıyoruz keskin bir koku geliyor evden. İçeri sokmak istemiyor bizi midyeci başı kadın, ruhsatları falan olmadığı için belediyeciler gelip rahatsız ediyormuş zaman zaman. Kapıdan kafayı uzatıyorum, içerisi söylemeye lüzum yok baya pis, havada ağır bir koku, midyeler kaynıyor kazanda. İçeride kadınlar midyelere harç hazırlayıp içini dolduruyorlar varlığımızdan pek memnun değiller belli ki. Neyse ki Sait kürtçe olaraktan bizim zararsız arkadaşlar olduğumuzu, “turistler işte merak etmişler” diyerekten ikna etti de dışarıya bir kazan pilav geldi, yanında da boş midyeler, kadınlardan da biri geldi dışarıya başladı midyeleri doldurmaya, bize özel gösteri yapılıyor. Kadının elleri felaket hızlı dakikada 30-40 midye dolduruyor belki.




Midyeci başı kadın Sait'e bir torba (sanırım 100 tane) hediye etti. 10 dakika sonra da Saitlerin ailecek işlettikleri lokantada bizim Mehmet ve Sevgi'yle afiyetle götürdüler 20-30 tanesini.

Devam ediyoruz inişli yolumuza, bu bölgenin boşaltılacağını evlerin yıkılacağından bahsediyor yolda, belediye para verip oturanları çıkarıyormuş, “50 milyarlık eve 20 milyar veriyorlar tabi” dedi Sait.

İne ine dik merdivenleri, Eşref Paşa’ya varıyoruz, yolun sonunda yine çocuklar uğurluyor bizi, oturmuşlar gülüşüyorlar kendi aralarında, hepsi esmer hepsinde kara kara gözler. Mehmet bir yandan fotoğraflarını çekiyor, gülüşüyorlar mütemadiyen, kim kimin kardeşi, kim kaçıncı sınıfta öğreniveriyoruz.




Muhabbet hoş tabi ama ayrılma vakti geliyor, vedalaşıyoruz. Ama daha iki üç adım atmışım ki bir çocuk yanıma geliyor, hemen yan mahallelerinde oturan bana sorusu şahane: “abi siz turist misiniz ?”