21 Mayıs 2008 Çarşamba

Bulgaristan (14-21 Mayıs 2008)

Nessebar'daki gençlik buluşmasına gitmek üzere perşembe sabahı 04:00 te Taksim'den kalkacak otobüsüm için çarşamba akşamı uçakla İstanbul'a gittim..Akşam 8'de İstanbul'a vardım ve sabah 4'e kadar yapacak özel birşeyim yoktu. İstanbul'da gitmeyi çok sevdiğim caz kulübü Nardis'ten her hafta programları ile ilgili bir email geliyor. Şans eseri o gece de, daha önceden İzmir'de dinlediğim ve tanıştığım Yinon Muallem çalıyordu Nardis'te, o yüzden gidip dinlemek istiyordum fırsat bu fırsat. Jaki'yi arayıp davet ettim, hasta olduğu için gelemedi.Kendisinin ve Ebru'nun selamlarını iletmemi istedi Yinon'a, Yinon'la Edirne'de bir faaliyetler yaptıklarından bahsetti yakın zaman önce.. Ben de tek başıma başladım Taksim'den Galata'ya doğru yürümeye kalabalığa ve koşuşturmacaya karışarak, hayretle bakarak bu tanımadık hayatların yüzlerine, duyarak dükkanların müziklerini ve şükrederek her nefese.

Galata kulesine vardım. Çok açtım ve Nardis'te yemek yemeyi planlıyordum..bir baktım kulenin dibindeki restoranlardan birinde Yinon Muallem ve 4-5 arkadaşı yemek yiyorlardı. Yanlarına yaklaştım, hatırlamasının zor olduğunu ama İzmir'de 2-3 yıl önce bir konser sonrası tanıştığımızı söyledim, Jaki'nin ve Ebru'nun selamını ilettim. Ayaküstü biraz sohbet ettik, beni masalarına davet ettiler. Ellerinde notalar konser öncesi konuşuyorlardı rahatsız etmek istemediğimi söyledim ve o yüzden yandaki masaya oturdum. Ev yemekleri veren basit ve hoş bir restorandı.



















Müzisyenler benden önce kalktılar mekanda hazırlık yapmak için..Yemekten sonra, ben de yer bulup bulamayacağımdan emin olamayarak Nardis'e doğru yola koyuldum. Bar tarafındaki taburelerde bir yer gösterdi kapıdaki adam. Nardis'in ortamı her zaman çok etkileyici olmuştur benim için yine çok güzeldi.

Barda yanımda İsrailli bir kadın oturuyordu, tanıştık hemen konserin heyecanıyla ibranice öğretiyormuş İstanbul'da bir okulda. Sohbete giriştik İzmir'den, işlerden, cazdan, oradan buradan.. sonradan sohbete öndeki masada tek başına oturan kadın da katıldı. Romanyalı Gilda, Romanya musevi cemaatinde çalışıyormuş, İstanbul'u çok seviyormuş, her fırsatta buraya tatil'e geliyormuş ve mümkün olan her konsere gidiyormuş, İstanbul'da son bir haftada gittiği bütün konserleri saydı ağzım açık dinledim..Barda taburede oturmak pek rahatsız olduğundan, Gilda'dan masasına oturmak için izin istedim, kabul etti sağolsun.

Konser harika idi, çek cumhuriyetinde dans hocalığı yapan (sonradan öğreniyoruz yinon tanıtıyor sahneden) bir kız tutamadı kendini başladı dans etmeye müzikle, ama ne güzel dans ! büyük bir heyecanla izledim, çok ta alkış aldı haklı olarak. Harika bir enerjisi olduğunu söyledim elini sıktım çıkarken.



















Gecenin sonunda kapıda satılan Yinon'un 3 CD sini de alıp büyük bir keyifle çıktım dışarı. Taksi'ye binip Alber'in evine gittim, saat 1 gibiydi. Birkaç gece önce gelmiş Nacar ve kızarkadaşı Ece de ayaktaydı televizyon izliyorlardı. Alber benim gitarla geldiğimi görünce onun da canı çekmiş olsa gerek çıkardı gitarını beraber şarkı söyledik biraz.

Sabah'a karşı 4'te Nacar'la Taksim'deydik..ve otobüs Bulgaristan'a doğru yola çıktı.

3 günlük gençlik buluşması, hep otelin içinde geçtiğinden ve sitenin içeriğiyle alakasız olduğundan burada bahsetmiyorum. Sadece gurupla bir gün Nessebar'a günübirlik bir gezi yapıldı.

Nessebar'a gelir gelmez guruptan ayrıldım etrafı dolaşmaya çıktım. Pek turistik bir mekandı her taraf restoran ve turistik eşya satan dükkan dolu idi. Restoran'ın birinde yemek yiyen adamın biri devasa martıları besliyordu arada sırada tabağından bir parça vererek, hoşuma gitti oturdum onları izledim. Onun dışında Nessebar pek sıkıcı bir yer gibi geldi bana.



















Neyse gençlik buluşması bitti..Pazar günü otel'den ayrılırken Bulgaristanlı gençlik gurubunun liderine otobüslerinde yer olup olmadığını beni de Sofia'ya götürürler mi diye sordum. Kabul etti otobüs'ün yarısı boşmuş meğer. Böylece otogara gitmekten ve de sofia bileti icin para ödemekten de kurtulmuş oldum.

Christopher 3 ayda bir Türkiye'den dışarı çıkması gerektiğinden ve her seferinde sakız adasına gidip gelmekten bıktığından bana katılmaya karar verdi bulgaristan gezimde. İzmir'den bir gece önce otobüse binmiş ve pazar günü beni Sofia'da bekliyordu. Sofia'ya vardığında Art hostel diye bir mekanda yer bulduğunu ve orada buluşmamızı istediğini söyledi telefonda.

Sofia'ya geldim hostel'in yerini sora sora zorlanarak buldum. Adres sorduğum adamlardan biri daha 2 dakika geçmemiştiki tekme tokat bir kavgaya karıştı caddenin sonunda, koşaraktan uzaklaştım mazallah silah milah patlar korkusuyla.

Neyse zar zor Art hostel'i buldum, mekanın güleryüzlü sahibi Raina açtı kapıyı, Chris te baktım arka bahçede oturmuş bekliyor. Sıkıca sarıldık tekrar görüşütüğümüze sevinerekten. Gecelik parayı (20 Leva=20 ytl) ödeyip çarşafımı ve pikemi alıp yatakhaneye çıktık 3.kattaki, birkaç uyuyan vardı, çantamı bıraktım. Gitarımı oda da bırakmak istemiyordum çalınır korkusuyla. Raina binanın bodrum katındaki cafe ye bırakabileceğimi gece 12 ye kadar orada insan olduğunu söyledi.

Hostel'in sahibi Raina aynı zamanda bir sanatçı, bodrum katın aynı zamanda kendi sanat galerisi olarak kullanıyor, çektiği fotoğrafları sergiliyor. Ben gittiğimde serginin konusu şu idi : Raina ayağını kırmış ve bilmem kaç ay ayağı alçıda yatmak zorunda kalmış. Her resimde istisnasız Raina'nın alçıdaki ayağı ve onun yataraktan çektiği onu ziyarete gelen kişilerin resmi,enteresean bir fikir. Neyse barmen kıza gitara özenle bakmalarını rica ederekten dışarı çıktık.

Hostel'in arkasında çok hoş bir restoran vardı ve içerisi hınca hınç doluydu, hiç turist yoktu. Bir güzel karnımız doyurduk. Garson kızların hepsi çok güzel ve şık idiler. İngilize bilmiyorlardı ve en kötüsü bize felaket şekilde kaba ve soğuk davrandılar, çok şaşırdık, ama şaıracak birşey yokmuş bu soğukluk ve kabalık yol sorduğumuz ya da yolda karşılaştığımız bulgarlar tarafından bütün gezi boyunca devam etti.

Biz de turiste, misafire çok candan davranılır ya, öyle bir şey beklediğimizden olsa gerek. Neyse işte Bulgaristan da böyleymiş.

Restoranda gördük ki Bulgaristan'da patates kızartmasının üzerine beyaz peynir rendeliyorlar, çok hoş !!



















Yemekten sonra rehber kitap mitap yok başı boş dolaştık, avlulara girdik çıktık, insanlara günlük koşuşturmacaları içinde bakındık.



































Bahçenin birinde, bizdeki piknik masaları gibi satranç tahtaları kurulmuş insanlar satranç oynuyorlardı hararetli hararetli, hepsinde de kalabalık seyirci vardı..



















Akşam yemek yedik, açık hava bir bar'a gittik, Chris her zaman içmek istediği ama bugüne kadar hiç içmediği "Sex on the beach" ısmarladı.

Akşam hostel'e 11 gibi döndük, gitar sapa sağlam duruyordu bodrum katındaki barda. Barmen kıza teşekkür ettik, nereden gelip nereye gittiğimizi sordu, muhabbet muhabbeti açtı müziği çok sevdiğini ve bizim gitarla ne çaldığımızı sordu. Ben de esas sen hangi şarkıyı söylemek istersin diye sordum, benim mavi kaplı repertuarı çıkardım.

Mekandaki müziği kapattı, başladık tatlı tatlı şarkı söylemeye, 1-2 dakika geçmedi mekan sahibi Raina'da geldi, sonradan onların 2 arkadaşı daha, sonra bir japon..mekan dolmaya başladı biz kendimizden geçtik kızlar çok güzel şarkı söylediler vokal yaptılar, Chris te bu arada mekanda bir viking şapkası buldu, keyiflerimiz gıcırdı.













































Gece yatak felaket sertti hiç uyuyamadım. Sabah bizim yatakhanede kalan italyan bir çocukla tanıştık bize kuzey amerikadan güney amerikanın en ucuna kadar dökülen motorsikletiyle yolculuk yapan bir japonun hikayesini anlattı. Japon tam güney amerika'nın uç noktasına ulaşmak üzereymiş ki bir problem çıkmış ülkesine geri dönmek zorunda kalmış.
Adam yılmamış tekrar para biriktirmiş 2.kez aynı yola çıkmış kuzey den güney e amerika kıtalarını motorsikletle geçmek üzere..

Şu an dünyayı gezmekte olan pek çok insan var yollarda, yola çıkanların ne aradıklarını, ne bulduklarını ve bir süreliğine bıraktıkları günlük yaşamlarına elbet geri döndüklerinde ne değiştiği üzerine sohbet ettik..

Hostellerin her zamanki dandirik kahvaltısından (dilim ekmek, reçel, çay/neskafe) verdiler. Chris, hey gidi türk kahvaltısı diye iç geçirdi..

Tekrar yola koyulduk dolaşıyoruz başı boş. Hemen köşe başında körler yararına para toplayan bir kadınla karşılaştık.
























Kadını geçtik biraz ilerisinde eskiden de Kıbrıs Şehitleri caddesinde de bir banka yerleştirilmiş birbirleriyle sohbet eden 2 madeni heykel adam vardı, onun benzeri birşey .



















Bankın diğer köşesinde de aslında pek sarhoş gibi durmayan bir amca. Kim bu maden adamlar derken amca bana anlatmaya başladı hararetli hararetli. Şapkalı heykel Pancho Slaveika adında biriymiş, nobel ödülü almış, şiirleri varmış hatta bir kaç satır şiir tercüme yaptı hemen ayaküstü. Ulen şimdi bu satırları yazarken dedim koyayım bir şiirini nobelli adamın ama, bakıyorum da böyle birinin hiç izi yok internette :)



















Neyse, gezinmeye devam, şehir merkezinde yan yana sinagog, kilise ve cami var. Önce camiye girdik, sonra sinagoga. Sinagogun yakınında 2.el giyim eşyaları satan kocaman bir dükkan vardı, Chris daldı dükkana ben de peşinden. Alıyorsun 3-5 tişört gömlek neyse , geliyorsun kasada tartıyorlar kaç gram kumaş diye, fiyatı öyle hesap ediyorlar. 10 levaya (10 ytl) çok iyi bir ceket denk geldi (daha sonradan bu ceketi Sofia-Haskovo otobüsünde unuttum).






















Yolda yiyecek-içecek pazarı ve antika dükkanları vardı,salına salına mallara fiyatlara bakındık..
























O gün biraz daha fazla para verip (45 Leva=45 ytl) Vitosha dağı yakınlarındaki lüks diyebileceğimiz bir otelde kaldık.



















Otel'in bellboy'u gitarı görünce kendi de gitar çaldığını söyledi, bizi kalcağımız odaya götürdü, verdik gitarı bize yarım saat müzik yaptı 1 senedir eline gitar almamış ama bir zamanlar çok çalışmış müzik üzerine.



















O gece önceki gecenin uykusuzluklarından şehir merkezine gitmemeye karar verdik otelin Spa sındaki restoranda yemek yemeye çalıştık. Her zamanki gibi garson kız a yemeğimizi ısmarlamak için akla karayı seçtik, dil yok, anlamaya çalışmaca yok.

Salı günü Sofia'dan 11:20 arabasıyla Haskovo'ya otobüs'e bindik. Akşam da 19:00 da da İzmir' e otobüsümüz kalkacak.

























Otobüste Plamena diye bir bulgar kızla tanıştık. Esasen Haskovo'lu ama Sofia'da üniversite okuyormuş. Sıkı tenisçiymiş bizi tenis oynamaya davet etti, ikimizin de tenisle alakası olmadığını duyunca vaz geçti. Saat 2 bucuk gibi vardık, bizi Haskovo'nun yöresel bir restoranına götürdü, restoranda her zamanki gibi ingilizce bilen hiç yoktu. Türkçe bilen vardı, Haskovo'nun yarısı türkmüş. Bir baktım ceket yok yanımda otobüste unuttuğumu anladım. Koştum otogara, sağolsun oradaki türkler yardım etti gittik otobuslerin yıkandıkları yere, ceket sapasağlam yerinde duruyordu.

Haskovo Sofia'ya göre küçücük bir yer olduğundan burada insanlar göreceli olarak daha sıcak geldi bize..Haskovo'da dolaşırken çocuklara akülü mini arabalar kiralayan ablayla karşılaştık ben binmek istedim. 2 leva istedi, cebimizde çok az para kaldığı için ve onlarla da izmir otobusune binmeden meyve falan almak için kullanacağımızdan paraya kıyamadık, teşekkür ettik el sallaştık.




















Akşam yediye kadar etrafta dolaştık dükkanlara girdik çıktık en son meyve şokella ve ekmek alarak (yolda duracağımız restoranda kazıklanmamak için) otogar a geldik.. Otogar terminalinde uzun otobüs yolculuguna baslamadan bir restoranda WC molası verdik soda içtik. Balkon gibi bir yerde oturuyorduk. bir rüzgar ! cepte kalan 2 leva banknot uçuverdi aşağıya, ben de tek başımayım o sırada chris de wc'de çantalar gitar mitar, garson koşarak indi cadde de uçuşmaya devam eden 2 levayı kaptı geri getirdi. Soda parasının üzerine uçuşan 2 levayı garson a bıraktık, izmir otobüsüne yerleştik.

Izmir otobüsü bomboştu 9 kişi idik koca otobüste (Adam başı 35 ytl Haskovo-İzmir !! ). Otobüs felaket dandirikti titriyordu zangır zangır koltuklar o gece de hiç uyuyamadım. Edirne sınır kapısında indirildik. Nasıl sivrisinek etraf, millet binbir cambazlık sinekleri kovmaya çalışıyor, keratalar kulağına giriyor adamın o kadar fazla. Çantaları açtık gösterdik gümrük memuruna, Chris 3 ay daha kalabilmesi icin gerekli vize pulunu aldi..sabah 7 de izmir otogarinda idim.